Delirmek,
bazen gerçekliğe verilebilecek en uygun tepkidir.
Philp
K. Dick
GELECEĞE
UMUTLA BAKMAK İÇİN ARTIK ÇOK GEÇ
Geleceğin
karanlığı ve umutsuzluğu bilim kurgu romanlarının vazgeçilmezleri arasında. Nedense
dünyanın ulaştığı mutlu bir düzen, her türlü kötülükten ve zorluktan arınmış
bir dünya karşımıza bu tür kurgularda pek çıkmıyor. İnsan ırkının gelecekte
içinde olacağı tüm gerçeklik, karanlığın ardında bekleyen, korkunç bir sona
işaret etmeye fazlasıyla meyilli. Bunu da yazarlar gözünden değerlendirmeye
çalıştığımızda, yazdıkları kurguların neden bu şekilde olduğunu anlamak aslında
zor değil. Yazarken çevreden etkilenmemeye imkan yok; kendinizi bir odaya
kapatıp günlerce, haftalarca yalıtılmış bir ortamda yazmaya çalışsanız, bunu
başarsanız bile maalesef ait olduğunu gerçeklik hala aynı gerçeklik. Bir
psikozun içinde bile olsanız, bağlarınızı kopardığınız asıl yerden yine
ayrılamıyorsunuz. Hücrelerimize işleyen bu dünyadan gerçekten aslında hiçbir zaman
kurtulamayacağınız için, yazacağınız her satır, psikozunuzu içinde barındırsa
bile geleceğe dair tek bir umut vermeyen bu gerçekliğin bir parçası olduğunu
inkar edemeyecektir.
Gittikçe
yapaylaşan bir gezegenimiz var. Gittikçe boğulan bir gezegenimiz var. Elbette
bu kaygıların yer almadığı değil bir edebiyat eseri, ikili bir sohbet bile
olduğunu sanmıyorum. Elimizden yitmek üzere olan doğayla beraber,
kaybedeceğimiz asıl şeyin kendi yaşam ortamından koparılan insanoğlunun doğal
davranışları ve haliyle tüm gerçekliğinin de yitimi olacaktır. Hızla kendimizi
bulamayacağımız bir hayatın içine doğru sürüklenirken, geleceğin getireceği her
şeyden adeta korkuyor ve kendimize sığınaklar inşa etmeye çalışıyoruz.
Küresel
bir psikozun, küçük parçaları olarak, hepimiz kendi sığınaklarımızda güvenli
gerçeklikler yaratmaya çalışıyoruz. Doğaya, normale ve bilindik olana kendimizi
bağlayabilmek adına her anı diğerinden daha kötüye giden acı gerçekten
kaçınıyoruz ve... kayboluyoruz.
GERÇEK BİR
HAYATA YAKLAŞMAK İÇİN, ANDROİDLERİN PEŞİNDE
Philip K. Dick'in kişisel sorunlarından
beslenen ve eşsiz olduğunu düşündüğüm tarzı, bilim kurgu okurları içinde de
ayrı bir yere sahip. Altıkırkbeş Yayınları'nca Ocak 2014'te ikinci baskısı
yapılan "Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?", karşımıza yine
yapay bir gerçekliğin içinde hayatta kalmaya çalışan bir adamın dramını
anlatıyor demek, kabaca da olsa durumu özetler.
Bir
android avcısı olan Rick Deckard ekseninde gelişen olayları okumaya
başladığımız romanda, Üçüncü Dünya Savaşı sonrasındaki dünya ile
karşılaşıyoruz. Savaş sonrasında Dünya radyoaktif serpintiler - yağışlar ile
mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu serpintiler, canlılar üzerinde yok edici
ve yıkıcı etkilere neden olmuştur. Hayvan türlerinin ortadan birer birer yok olduğu
Dünya'da insanlık kendisine Mars'ta koloniler kurmuş ve artık yaşanmaz hale
gelen bu gezegeni terk etmiştir.
Serpintiden etkilenen insanlar ise "özel" olarak tanımlanmaya,
üreme ve göç etme haklarından men edilmeye başlanmıştır. Dünya'da
"özel" insanların haricinde, göç etmek istemeyen insanlar da
kalmıştır. Bu insanlardan biri de android avcısı Deckard'dır. Kolonilerdeki
yaşam için üretilen androidlerin bir kısmının Dünya'da olduğunun fark
edilmesiyle beraber, avlanmaları ihtiyacı da ortaya çıkmıştır ve kendisinden
önceki avcının yaralanması sonucu geri kalan androidlerin bulunması ve yok
edilmesi görevi Deckard'a kalmıştır. Evinde elektronik bir koyunu olan fakat en
büyük arzusu, canlı çeşitliliğinin neredeyse yok olduğu bu gezegende, yüksek
fiyatlara satılan gerçek bir hayvan sahibi olmak olan Deckard, öldürdüğü
androidler karşılığında alacağı para ve ona "gerçek bir hayvan"
sahibi olma şansını verecek avlarının peşine düşer.
Philip
K. Dick'in romanlarında sıklıkla işlediği gerçekliğin yitimi bu romanda da
karşımıza çıkıyor. Bunu gerçek bir insandan neredeyse farklı olmayan
andoridler'de görebileceğimiz gibi, artık bir harabeye dönmüş Dünya'da
insanların yaşamlarını devam ettirebilmek adına katlandıkları yaptıkları her
şeyde de bunu görmek mümkün. Mercerizm
adı altındaki bir duygusal aldatmacaya, aralıksız yayın yapan televizyon şovuna
ve onun sunucusuna bağlı bir hayat süren, "duygudaşlık" adı altında
insanlara bir tür afyon niyetine sunulan, duygu aktarımı yapan araçlarla
tamamen yapay bir dünyaya sıkışmış bir android avcısının düşüncelerini okurken
bir yandan da yazarın kendisini o satırlarda görmemek mümkün değil.
Sadece
bilim kurgu türünde değil, tüm türler içinde kanaatimce gelmiş geçmiş en iyi
yazarlardan biri olan Philip K. Dick'le henüz tanışmamış olan okurlar aslında
biraz da şanslı sayılır. Zira yazarın her bir romanı ardından, artık o romanı
bir daha "ilk defa okuyamacağım" gerçeğiyle yüzleşmek, dünyayı terk
etmiş bir yazarın ardından duyabileceğiniz o acı veren özlemi yaşatıyor bana.
İyi
okumalar.