10 Kasım 2016 Perşembe

Arrighi, Hopkins, Wallerstein "Sistem Karşıtı Hareketler"

Sistem karşıtı hareketlerin yapısını göstermek adına, sınıf ve statü kavramlarını dünya sistemleri kapsamında yeniden ele alarak girişi yapan yazarlar, ikilik saplantısının ve ulus - devlet üzerinden ilerleyen tartışmaların değerlendirmesine de böylece başlamış oluyor.

Ulus - devletler üzerinden somutlaşan iktidarın dünya ekonomisi için kapitalist bir tutum izlemesi ve ulusal mücadele için de bir savunma aracı olarak eşzamanlı biçimde kullanılabileceğini vurgulayan yazarlar, sistem karşıtı hareketler olarak gelişen milliyetçi - antiemperyalist ve proleter anti - kapitalist niteliklerden biriyle kendilerini görünür kılmaya çalışan hareketlerin gittikçe "ulusal kurtuluş hareketleri"ne dönüşmeye başladıklarının altını çiziyor. Bu noktada Marx'tan bir anlamda ayrışma da mevcut demek mümkün hale geliyor; Marx'ın işçi sınıfına yüklediği görev içerisinde birleştirici nokta işçi olmaları iken burada karşımıza çıkan, işçi oluşun niteliğinden fazlası oluyor. Üstelik  sınıfın yapısı da ikiliğin sınırlarından artık daha uzak ve yapıları arasındaki fark daha belirgin. Yazarlar, bahsi geçen farklı niteliklerin herhangi birinde gerçekleştiğinden bağımsız olarak da bu hareketlerin, her ne kadar sermayenin merkezden uzaklaştırılmasına yönelik ulusal girişimler yapılıyor olsa da, devletler arasındaki sistemlerdeki işleyiş yüzünden önlerinde aşılması güç bir setin de çekili olduğunu belirtiyorlar.  

Sistem karşıtı hareketlerin on dokuzuncu yüzyıl boyunca "toplumsal hareket" ve "ulusal hareket" olarak görüldüğünü belirten yazarlar, toplumsal hareketi toplum içerisinde işçi sınıfı üzerinde olan baskıyı ve sömürüyü tanımlarken, ulusal hareketi ise etnik gruplar arasındaki baskı olarak tanımlıyor. Her iki hareketin de modern dünyanın temel politik yapısı olarak devleti görüyor oluşu önemli bir nokta; yazarların da devamında işaret ettiği üzere devlet iktidarı ile bu hareketler arasındaki ilişki, öncelikle devleti tanımalarından geçen bir ilişki. Bu yüzden, Marx'ın dünyadaki tüm işçilerden beklediği hareket kapsamında dahi gerçekleşecek olan tüm hareketler, yapıları bakımından ulusal bir nitelikte olmak zorundadır. 

Yazarların ulusal kurtuluş mücadelesine olan vurguları da bu bağlamda yeniden metinde karşımıza çıkıyor; ulusal kurtuluşu "modern dünya sistemleri arasındaki eşitsiz ilişkilerden ulusal kurtuluş" olarak belirterek, merkezin çevreye olan gaspının altında kalmamak adına, emperyalizmin tüm kollarıyla çevreye saldırmasından kurtulmak adına, ekonominin bağımsızlığını yitirmemek adına, politikanın hiçbir yerler zinciri kalmaması adına ulusal kurtuluşun önemini hala inatla anlamayanlara anlatmaya çalışıyor.  Konuyla ilgili olarak, Ekim Devrimi'nde "desteğin çoğunlukla burjuvaziye karşı mücadele veren proleterlerden gelmesine karşın, Bolşeviklere verilen desteğin öğesinin ulusal kurtuluş dürtüsü biçimini almış olması"nı örnek gösteriyorlar.

Kapitalist gelişmenin yarattığı eşitsizliğin zenginliği besleme ve daha dar bir alanda yoğunlaştırma eğiliminin olduğu durumlarda, halkçı hareketleri ortadan kaldırmaya olan eğiliminin de varlığı da bununla ilgili. Sermayenin merkezileşmesi ve çevredeki devletlerin her yönden sömürü ve yıkımına sebep olması gibi.

Kapitalist bir dünya ekonomisi olduğu sürece sınıf mücadelesinin her zaman var olacağı, metinde saf bir gerçek olarak sürekli karşımıza çıkıyor. Bu mücadelenin alanı olarak da sınırı, devletler arası ya da devlet içerisinde fark etmeksizin çiziyorlar. Ancak sınıfı mücadelesi için genişlemiş ve tanınabilir bir protesto modeli, protestonun amacı ve mücadelenin araçlarıyla farklı ilişkileri olan gruplar arasında bir karşı konumlanışı zorunlu unsurlar olarak görüyorlar.
Bu zorunlu unsurlardan birini ayırmak ne derece sağlıklı olacak bilmiyorum ancak güncel konularımıza bakarsak amacının net tanımlanmadığı ve mücadele safının ne olduğu, neyle ne amaçla mücadele ettiği bilinmeyen hobi hareketlerinin neden sistem karşıtı bir nitelik taşımadığını görmek Sistem Karşıtı Hareketler'i okurken sıkça akla geliyor. Hareketin tanımsız alanı ve sabit duramayan söylemleriyle bir hareket içinde olduğunu iddia eden herhangi bir grup için, ortaya çıkan manzaranın sadece ulus - devlet karşıtı zararlı faaliyetlerden oluşması ve çarpıtılan teorinin ikili yapısının ardına sığındığı halde, ikili yapının (burjuva - proleter) uzağındaki yeni oluşan farklı sınıflar üzerinden (etnik kimlik üzerinden giden sınıf tanımı, örneğin) hareketine taban bulmaya çalışması oldukça rezil bir tablo çiziyor.  


Son olarak, 1968 sonrasına değinen yazarlar, bu dönem sonrasında küresel dünyada merkez devletler arasındaki çekişmenin ötesinde her iki güç odağı için de denetleme eksikliği olduğunu belirtiyor. ABD'nin hegemonyasının aşınmaya başlamasını da bu kapsamda değerlendiriyorlar. Aynı şekilde merkez - çevre üzerinden ve ulusal nitelikte sermayenin hala merkezileşme eğilimi taşıyor olmasının ise karşımıza hala devam eden ve devam etmekte olacak olan emek - sermaye çelişkisini çıkaracağını belirtiyorlar. Öte yandan değindikleri bir diğer nokta da süregelen eşitsizlik biçimlerine ek olarak cinsiyet, etnik kimlik, kuşak gibi farklı gruplaşmalar üzerinden de farklı taleplerin daha güçlü ifade alanı bulabileceği. 

2 yorum:

Yurdagül Çelik dedi ki...

Ah bu kapitalizm değil mi bizi mahveden :(

Kareler Ve Sayfalar dedi ki...

@ daha mutlu yaşam: Elbet yıkılacaktır ^^