20 Ocak 2018 Cumartesi

Fahrettin Ege "Lenin'in Üç Zaman Sentezi"

Yazar, devrimin geçmişin tekrarı beklentisine saplanması sorununa karşılık "üretken bir tekrar" olabilmesi için geçmiş, şimdi ve geleceği de içeren bir sentez olarak ortaya çıkması gerektiğini vurguluyor. Olay olarak devrimi incelerken, geçmişin şimdinin dayanağı, geleceğin de şimdiye mecbur oluşunu anlatıyor. Bunu da her bir devrimin bir öncekini tekrar eden bir görüntü sergilemesine rağmen aslında barındırdığı gelecek yönü ile ayrıştığını, tam da bu üçlü sentezin varlığı sebebiyle en nihayetinde gelecek yönünde farklılaşma ve üretkenliğin ortaya çıktığını belirtiyor. Burada faili şimdiye yerleştirerek, birden bir sıçramanın mümkün olmadığını da vurguluyor. Kendinde farkın eklenmesinin bir kapı açabileceği yani devrimci karakter kazandırabileceğini belirtiyor. Yani, devrimi sallama çay yapmaya benzetenler üzerinden örnekleyerek gideyim: Bir devrimin karakteri geçmiş bir devrimi andıracaktır ve fail, süregelen tarih içinde bir kırılma yaratarak ancak süreklilik içinde hareket kabiliyeti olan bir konumdadır. Bu sentezin anlaşılması kitap boyunca benim cümlelerimden daha güzel anlatılıyor ancak mesele Lenin'in milli demokratik devrimleri tarihin içindeki bir aşama olarak görmesi buna denk düşüyor. Tarihin (geçmiş) içinde zaten var olan aktör, bunun bir parçası olarak bu kırılmanın içinde "şimdi"de bu aşamada ancak böyle yer alıp, devrimin gelecek safhası için konumlanabiliyor. 

"Tekrar tarihçinin düşüncesinden önce devrimci eylemin ön koşuludur." diye belirten yazar, eğer, tarih içinde geçmişle bir ilişki üretici biçimde yani yeni bir inşayı yaratacak şekilde, sentezi oluşturacak biçimde oluşamazsa, yazar bunu ancak karşı devrimin galibiyeti ile sonuçlanacak bir son olacağını belirtiyor. Sadece geçmişin tekrarının arzusunu devrimci bir talepmiş gibi pazarlama yanılgısı içinde olan sözde devrimciler için karşı devrimci saptaması yapmamız boşuna değilmiş. 

Kaba tekrara dayalı ve mevcut durumun analizinden yoksun, yazarın ihtiyaç olduğunu belirttiği üzere yerelin ve coğrafyanın koşullarını idrak etmekten uzak, tek bir devrim modelinin tüm zaman ve yerlerde tekrar edilebileceği ve başarıyla ulaşacağı yanılgısına sahip olanların düştüğü çıkmazsın bir boyutu olarak, kendi kendilerinin ayak bağı olmalarıyla sonuçlanıyor. 

Fransız Devrimi ardından, Jakobenlerle özdeşleşen Bolşevikler üzerinden devam eden yazar, 1968 ve 1968'in tekrarını incelediği bölümlerle devam ediyor. 

Burada da kısaca bir şeye değineyim, mesela yazar yığınları alıp başını bir yere çekiştirmek ve sonunda bir şeye bağlamadan bırakacak bir hareketin bir kazanım olmayacağından bahsediyor. Bunu da bir yere bağlanmayan ve bir kimlik kazanmayan ancak çıkış noktası herhangi bir lokomotif kimlik ya da hareket noktası olan öncüler üzerinde Laclau ve Mouffe'a karşılık Zizek'teki  işçi sınıfını sürükleyip üzerinden ilerleyen antikapitalist hareketler ve sonuçları üzerine olan tartışmaya değinerek açıklıyor. Yani Laclau ve Mouffe'da farklı grupların farklı çıkar grupları değişken biçimde x zamanda şu grup olabilir vb, tanımlı olarak karşımıza çıkmıyor. İkisinden farklı olarak ise Lenin'in yöntemini karşımıza çıkarıyor; burada da öncül karşımıza sınıf olarak çıkıyor ancak devrimin karakteri halk devrimi biçiminde oluyor. Bunu, Jakobenlerin yanında kim vardı diye düşününce, Lenin'in tekrarını ya da sonrasında Kemalist Devrim'de kimler vardı diye düşününce görmek mümkün oluyor. Yığın kavramı burada önem kazanıyor. 

Lenin'in üç zaman sentezindeki "şimdi" boyutunu "halk cephesi" yani antiemperyalist cephe olarak Türkiye için değerlendiren yazar, bu cephenin milli demokratik devrimci cephe olduğunu çünkü  farklı terimler olsa da  her iki kavramın gösterdiği anlamın karşı konumlandığı yer olarak (emperyalizm ve yerli işbirlikçileri) aynı olduklarını belirtiyor. Bu durumda, Jakobenlerin ya da Bolşeviklerin, Mustafa Kemal'in yığınları konumlandırmasının şimdiki tekrarı bu şekilde gerçekleşirken, yerin ve zamanının yani failin rolüyle olayın karakteri ancak gelecek boyutuna farklılaşarak taşınabilecek, böylece ortaya bir olay çıkabilecektir. 

Son olarak 1968 olaylarından sonra solun küresel çapta bastırılması ve yansıtılması yolundaki girişimlere değinen yazar, tarihsel bağlarından koparılmış ve umutsuzluk zeminine çekilmiş bir devrim fikrinden ibaret kalmış bir solun nasıl yaratılmak istendiğine değiniyor. Bunu taraflı tarih yazımının kendisini soyutladığı gerçeklikle nasıl başardığını sürekli olarak zaten görmekteyiz ve zaten kullanmaktan nefret etsem de burnumuzun dibinde aslında her gün inşa edilmekte.

Bizim kör gözlü emperyalizm maşası olmuş, Lenin'in tabiriyle çocukluk hastalığı olan sol komünizm batağına saplanmış, radikalizmin çıkmazına girmiş güruh, "şimdi"nin potansiyelini aslında söküp alarak, sıçramanın gerçekleşeceği zemini bu yüzden geçmişten de kopararak geleceğin devrimci yönünü de yok saymaktadır. Böylece ortaya çıkan tablo boş nihilist, ancak bir noktada da inatla kendisini hala devrimci olarak tanımlayan bir komedidir. Sentezin ihtiyacını çok net anlatan kitabı alıp okumalarını tavsiye edelim. Kemalist devrimin tarihsel bağını yok sayıp hala "sınıfçı komünizm" gibi komik tabirler uyduran teori katillerinin, sosyalizmin akşam ne pişirsem sorusuna verilecek bir cevaptan daha kolay bir inşa süreci olduğu yanılgısına düşenlerin, anlam veremedikleri nedir diye düşünürken kitap yardımcı olacaktır. Tarihsel bir zorunluluk olarak Lenin'in ele aldığı ve Marx'taki devrimci diyalektiğin farklı yer ve zamanların ihtiyacına göre neden gerçekleşebilir olduğunu zaman boyutu üzerinden anlayabilirsiniz. Sonuçta, varılması gereken yerin işlevsiz sol bataklığında ortodoks hayallere kapılık geçmişin tekrarının hayaliyle değil yığınları ancak üç beş sandalyeye dizilmiş eşi dosta konuşma yapmayı, Kemalizm'e ve Kemalist Devrim'e bu saplantıları yüzünden saldırmayı devrimcilik sananların neden yanıldığını anlamak için okuyun.

Hiç yorum yok: